AĞLAYANIN GÖZÜ KARA OLUR DERLER

“Sıkılıyorum sıkılıyorum” diyen gençler karşısında çaresiz kalan ana-babalar “sıkı can iyidir çıkmaz” derler. Çok fazla ağlayanlara da eskiden, “ağlayanın gözü kara olur” derlerdi. Yaşadığımız yüzyıl, psikiyatrik hastalıkların ortaya çıkışına ve kötü gidişine ortam hazırlayan kültürel bir yapılanmaya sahiptir. Kalabalık içinde yalnız insanlar, para  pul içinde mutsuz insanlar, varlık içinde aç insanlar, moda diye yırtık giysili insanlar… Yaşamdan örnek: 27 yaşında üç yıllık evli bir öğretmen hanım, kaygı bozukluğu var. Anlattıkları: “7-8 yaşındaydım, annem sutyenini yerleştirdi, ellerini sırtına döndürüp kopçaları taktı. ‘Ben büyüyünce bunu nasıl yapacağım, ben yapamam’ diye günlerce kaygılandım. Sonra babam araba ile tanımadığım bir mahalledeki bir akrabaya götürdü bizi, ‘ben bu yolları bilmiyorum, araba sürsem kaybolurum’ diye düşündüm. Kendimi bildim bileli tasalanmaya meylim var” Sonuçta kaygıyı, sıkıntıyı, endişeyi, tasayı tanımayan insan yoktur. Bir kısım insanlar “kaygılanmazsam, gevşek durursam işlerim ters gider, devamlı uyanık ve dikkatli olmalıyım” otomatik inancına sahiplerdir. Sakin insanların konsantrasyonlarının daha yüksek olacağını ve çözüm üretebileceklerini bilemezler. İkinci kısım insanlar ise kaygının vücutta oluşturduğu fizyolojik semptomların (çarpıntı, terleme, titreme, baş dönmesi, ağız kuruluğu, kızarma, ellerde titreme, dalgınlık, konsantrasyon bozukluğu) doğal ve geçici olduğunu kabul etmeyip, hastalık belirtisi olarak olumsuz değerlendirirler, vücutlarında rahatlamayı sağlayan parasempatik sinir sisteminin devreye girmesine istemeden de olsa izin vermezler ve kendilerince çözüm yolu olan kaçınma davranışları bularak evlerine ve içlerine çekilirler. Yani diyeceğim o ki; eski bilge insanlar, yarı şaka ile, gençlere hayatın içinde ağlamanın ve sıkıntılanmanın, yağmur öncesi kara bulutlu hava kadar “normal” olduğunu, çok önemsemenin ve “niye ağlıyorum” deyip daha çok ağlamanın gereksizliğini belirtmişler. Bazı duygu durumu dışa dönük ailelerde biri küçücük bir olaya ağlar, öteki de “o ağlıyor” diye ağlar. Evin içinde stres ve kaygı, elektrik gibi birinden ötekine gezinir durur. Birinin serinkanlı olup bu kısırdöngüyü kırması gereklidir. www.zeyneppinar.com  0212 215 6262 Uzm Zeynep Pınar

TRAVMA VE TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU

TRAVMA VE TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU

 

TRAVMA NEDİR?

Fiziksel ve psikolojik bütünlüğümüzü tehdit eden her türlü olay travmadır. Hiç beklemediğimiz bir anda ve ne yaparsak yapalım asla hazırlıklı olamayacağımız bir şekilde, bütünlük ve süreklilik gibi, varlığımızı yasladığımız temel hayat referanslarımıza inen ani bir darbedir. Bizi geçmişimiz ve geleceğimizden- şiddetine bağlı olarak- belli bir süre için koparan bir zamansızlık halidir. Yaşanan olay karşısında aşırı korku, çaresizlik, yaşamımız üzerinde kontrolümüzü kaybetmiş olma, geleceğe dair umutsuzluk ve güvensizlik gibi hisler; “Güvende değilim”, “Dünya adaletsiz ve acımasız”, “Yalnız ve korunmasızım” gibi düşünceler ortaya çıkar. Travmatik olaylarda yaşamımıza, vücut bütünlüğümüze, inanç sistemlerimize, sevdiklerimize yönelik bir tehdit vardır.

Ayrılık ve boşanma, iş kaybı, aile içi şiddet, tecavüz, trafik kazası, ani hastalık, sakat kalma ve ani ölümler kişisel travma listesine girerken; savaş, terör, doğal afetler, büyük çaplı ekonomik krizler de toplumsal travmalar başlığı altında ele alınır. Toplumsal travmanın yarattığı etkiler söz konusu olduğunda, en fazla risk altında olanlar sırası ile direkt maruz kalanlar, tanık olanlar ve kıl payı kurtulanlardır. Müdahale eden sağlık ekipleri, polis/jandarma, kurtarma ekipleri, arkadaşlar, aile yakınları daha az olsa da, yine de travmanın etkisini yaşayacak risk gruplarıdır. Geçmişte başka bir felaketin kurbanı olanlar, aile problemleri olanlar, yakın geçmişinde kayıp yaşayanlar, sosyal bağları kuvvetli olmayanlar, psikososyal sıkıntılar yaşayanlar ya da kronik bir hastalığı olanlar, travmanın etkisini en ağır şekilde yaşama riski olan gruplardır.

 

Travma sonrası mağdurların %10-20’si olaydan kısa bir süre sonra düzelmektedir. Travmaya maruz kalanların yaklaşık %70’i bu travmadan etkilenerek “stres tepkileri” (akut stres bozukluğu) gösterirler. Geriye kalan %10-20 ise uzun süre “stres tepkileri” göstermektedir. Bu stres tepkileri sürekli olduğunda kişiye Travma Sonrası Stres Bozukluğu tanısı konur.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtileri

  1. Tekrarlama belirtileri (olayı zihninde tekrar tekrar yaşamak)
  2. Kaçınma belirtileri (olayla ilgili uyarıcılardan ya da olayı hatırlamaktan kaçınma)
  3. Aşırı uyarılmışlık belirtileri (suçluluk, utanç, fiziksel belirtiler vs.)
  4. Süre ölçütü (belirtilerin uzun süre devam etmesi)
  5. Sosyal, mesleki ya da diğer alanlardaki işlevselliğin bozulması

Bu belirtiler yaşanan travmatik olaylardan hemen sonra görülebileceği gibi yıllar sonra da ortaya çıkabilir.

 

TRAVMA SONRASI GÖRÜLEN TEPKİLER

 

Duygusal tepkiler: Şok, üzüntü, öfke, endişe, suçluluk, umutsuzluk, kaygı, korku, karamsarlık, donukluk, aşırı sinirlilik, çaresizlik kendi gibi hissetmeme, geçmiş travma ve kayıpların alevlenmesi verilen duygusal tepkilerdir. Çocuklarda korku ve endişe sıklıkla görülen tepkilerdir. Korku insan hayatını tehdit eden herhangi bir tehlike karşısında verilen normal tepkidir. Çocuklar genelde olayın tekrar olmasından, ölümden, ailesinden ayrılmaktan veya yalnız kalmaktan korkabilirler. Gerçek olayın tetiklediği korkuların yanı sıra, kendi hayal güçlerinin ürettiği korkular da yaşayabilirler.

Düşünsel tepkiler: İnanama, düşünce ve dikkat dağınıklığı, unutkanlık, kimi zaman intihar düşünceleri, çarpık ve genellemeye dayalı (her şey ve herkes kötü gibi) düşünceler sık sık beliren imajlar, olayla ilgili görüntüler ve olayı tekrar tekrar yaşama bu tür tepkiler arasındadır.

Fiziksel tepkiler: Baş, göğüs ağrısı, mide yanması ve/veya bulanması, kalp sıkışması, gürültüye karşı duyarlılık, iştah artması yada tam tersi azalması, sürekli yorgunluk hali, nefes darlığı ve kolay hastalanmak gibi fiziksel tepkiler aslında bedenimizin travma karşısında bir çeşit kendini ifade etme halidir.

Davranışsal tepkiler: Uyku ve yeme bozuklukları, sosyal çevreden uzaklaşma, kendini ihmal etme, içe kapanma, alkol ve madde kullanımı, kaçınma davranışları, konuşmama, dikkatsizlik ve dağınıklık, sürekli aynı şeyle uğraşma, hiçbir şey olmamış gibi davranma, travma karşısında gösterilen belli başlı davranış biçimleridir. Çocuklarda en sık görülen problemler uyku saatleriyle ilgili olanlardır. Kendi başlarına gidip yatmak istemeyebilirler, uykuya dalmakta güçlük çekebilirler, geceleri sık sık uyanabilirler ve /veya kabuslar görebilirler. Böyle zamanlarda çocukların ebeveynlerine yakın olmayı istemeleri ve ebeveynlerin de çocuklarını yanlarında istemeleri NORMALDİR. Çocuklar stres altında daha küçük yaşlarda yaptıkları davranışlara (alt ıslatma, anneye yapışma, parmak emme gibi) geri dönebilirler. Kısa süreli olarak böyle davranışların belirmesi normaldir. Anne- baba bu davranışlar karşısında aşırı tepki gösterdiği takdirde, davranışlar daha uzun süre devam edebilir.

Her türlü toplumsal travma bizlerin iyi, güvenli ve yaşamaya değer bir dünyaya olan inancımızı zedeler ve bizi karmaşa ile baş başa bırakır. “Ne olduğunu anlamıyorum”, “Ne yapacağımı bilemiyorum” , ”Herkes nerede?” gibi reaksiyonlar terör, doğal afet gibi toplumsal travmalarda ortaya çıkan tepkilerdir. Travmaya doğrudan maruz kalanlar kadar, onlara yardım etmek için gidenler de ” yardım edebilirim, yapabileceğim çok şey var” diye düşünerek başlayıp bir süre sonra kendilerini “her şey çok kötü, yaptığım hiçbir şeyin anlamı yok” düşüncesi içinde bulabilirler.

 

Epidemiyoloji

Travma sonrası stres bozukluğu, kadınlarda %51-65 erkeklerde %60-75 oranında görülmektedir. Kadınlarda daha yüksek oranda görülmesi, kaçınma durumunun daha fazla olması ile ilişkilendirilmiştir. Genel olarak ise travmatik yaşam olayı ile karşılaşan insanların %10-20’sinde ortaya çıktığı saptanmıştır.

Etiyoloji

Travma sonrası stres bozukluğu geliştirmede etkili olan faktörler; travmatik olayı bizzat yaşamak ya da tanık olmak, travmaya maruz kalma süresi, geçmişte bir travma yaşamış olmak, travmanın çeşidi, sosyal destek eksikliği, travmanın etki gücü ve genetik yatkınlık olarak sıralanabilir.

 

Ayırıcı Tanı

Travma sonrası stres bozukluğunu diğer kaygı bozukluklarından ayıran temel özellik, saptanabilir bir travmatik olayın var olmasıdır. Diğer anksiyete bozukluklarının kendine özgü belirtileri (örneğin fobi, obsesyon, kompulsiyon, spontan panik nöbetleri) travma sonrası stres bozukluğunda beklenen belirtiler değildir.

NASIL BAŞA ÇIKABİLİRSİNİZ?

 

Süreklilik ve bütünlük duygunuzu onarmak için yapabilecekleriniz:

Bilgi edinmek, küçük ama gerçekleştirebileceğiniz sorumluluklar/roller edinmek, asla sosyal bağlarınızı kaybetmemek, güvendiğiniz arkadaşlarınız ile gruplaşmak, yalnız kalmamak ve şunu asla unutmamak: verdiğiniz tepkiler normal insanların anormal durumlar karşısında verdiği tipik reaksiyonlardır. Siz değil, başınıza gelen durum ANORMAL! Fiziksel açıdan kuvvetli olabilmek için kendinizi asla ihmal etmeyin ve iyi beslenin. Dinlenmek için kendinize zaman verin. Spor yapmak stresi azaltmanın en iyi yollarından biridir. Alkol ve uyuşturucudan uzak durun.

 

Duygusal açıdan toparlanabilmek için yapabilecekleriniz:

Duygusal açıdan yakın gelecekte sizleri nelerin beklediğini bilin, bilgi edinin. Yasınızı yaşamak için kendinize izin verin, güçlü gözükmek için çaba göstermeyin. Sizi anlayan ve destekleyen kişiler ile bağlantınızı koparmayın, çevrenizden veya gerekiyorsa profesyonel birinden destek isteyin, sıkıntılarınızı paylaşın.

 

Düşüncelerinizi toparlamak için yapabilecekleriniz:

Gösterdiğiniz tepkileri normal kabul edin. Başınıza gelenin sizin kontrolünüz dışında geliştiğini ve ne yaparsanız yapın, bu gibi durumlar karşısında hazırlıklı olunamayacağını unutmayın. Genelleme yapmaktan kaçının (bu sadece sizin ya da yakınlarınızın başına gelmedi ve gelmeyecek). Davranışlarınızı gözden geçirin. Hayatınızı bir düzene oturtun (bu önceki düzeninizden farklı da olabilir). Hayatınızın önceliklerini değiştirebilirsiniz. Anlamsız bulduğunuz ve yapmak istemediğiniz şeyleri devreden çıkarabilirsiniz. Sizin için önemli olan kişiler ile daha sık görüşüp, daha derin ilişkiler kurabilirsiniz. Bugünü yaşamaya özen gösterebilirsiniz.

 

 

Tedavi

Travma sonrası stres bozukluğu tedavisinde amaç, travmanın ortaya çıkardığı belirtilerin ortadan kaldırılmasıdır. Bunun için de ilaç kullanımının yanında bilişsel davranışçı psikoterapi uygulanır.

Her birimizin hafızasında bir kişisel fotoğraf  albümü gibi depolanmış anılar vardır. Evlilik, düğün, tören, mezuniyet, sünnet gibi güzel fotoğrafların yanında, bir de karanlık günlerin büyük fotoğrafları bulunur… İşte bu büyük fotoğrafları biz psikiyatristler silemeyiz ama küçültebiliriz. Yaşadığımız bir krizi, geleceğimizi aydınlatacak bir deneyime dönüştürmek için psikiyatrik yardım gereklidir. Tıpkı kaybı çok acı olan bir sevdiğimizin duvardaki resminin bize yaşamın değerini öğrettiği gibi, acıları öğrenmeye dönüştürebiliriz.

UZMAN DOKTOR ZEYNEP PINAR

http://www.zeyneppinar.com

TATİL PSİKOLOJİSİ

ANKA DERGİSİ

Faydaları bilimsel olarak onaylanan tatil, iyi plan yapılmadığında çiftler arasında kavgadan istifaya kadar birçok soruna neden oluyor. Psikiyatrist Dr. Zeynep Pınar pratik çözümler sunuyor: İlk iş gününe toplantı koymayın, rahat giysiler giyin, tatilin son gününü evde geçirin, diyete hemen başlamayın, tatili ikiye bölün…

Şehir kaosu, iş sorumluluklarının birikmesi, valizler dolusu kirli çamaşır, kurumuş çiçekler, boşalmış buzdolabı, birikmiş faturalar, değişen uyku düzeni ve alınmış kilolar… Ruh ve beden sağlığını koruduğu bilimsel olarak da kanıtlanan tatil, iyi planlanmadığında depresyona neden olabiliyor.

KALBİ YORUYOR

Psikyatrist&Psikoterapist Dr. Zeynep Pınar, “Kişinin tatil yapamadığı her yılın kalp krizi riskini arttırdığı tespit edilmiş. Tatile çıkamayanlarda iş performansı düşerken öfkenin de arttığı gözlersiniz” dedi. Pınar, tek başına tatil depresyonu önlemese de ilaç ve terapiden sonra tatil önerebileceğini belirtti.

YARATICI OLUN, KENDİNİZİ ŞAŞIRTIN

Tatilin keyfine varmak için planlı yapılmasını tavsiye eden Pınar, “Tatilde alışkanlıklarının esiri olanlar mutlu olamıyorlar. Tatil deyince aklımıza deniz, güneş, bronzlaşmak geliyor. Oysa zihnimizi dinlendirmenin yolu onu durdurmak ya da rutin içinde yaşamak değil şaşırtmaktır. Tatil için yaratıcı planlar yapın. Örneğin, yaz tatilinizi bir merakınızı hobiye dönüştürecek uğraşlarla geçirebilirsiniz” dedi.

İLİŞKİDEKİ SORUNLAR SU YÜZÜNE ÇIKIYOR

Dr. Zeynep Pınar, “Günlük yaşam rutininizde ötelediğiniz problemleriniz tatilde su yüzüne çıkabilir. Eve tatil, bayram sonrası kavga ederek dönen pek çok çift ile karşılaşıyoruz. Tatile çıkmadan önce iyi bir plan yapın. İstek, ihtiyaç ve hayallerinizde çok farklılıklar varsa ayrı tatile çıkmak daha iyi fikir olabilir” dedi.
Dr. Zeynep Pınar’ın önerileri:
– Sizi tatilde rahat bırakmayan yakınlarınız varsa iş bölümü yapın, kendinize ait saati bildirin ve bu saati kendinize ayırın.
– Sürekli yiyip içtiklerimizi sağlıklı olup olmadığını tartmayın. Doğru beslenmedeki yüzde 15 hata payının bir kısmını tatilde kullanın.
– İşi arkanızda bırakın.
– İşe uzun ara verip ardından biriken sorumluluklarla başa çıkmakta zorlananlar için tatili senede üç veya dört parçaya bölmek iyi bir fikirdir.
– İlk iş gününüzde rahat kıyafetler giyin.
– Tatil dönüşü birkaç günü evde geçirmek hem çocuklar hem de yetişkinler için yumuşak bir geçiş olur.

Uzm Dr Zeynep Pınar

http://www.zeyneppinar.com

o212 215 62 62

BİPOLAR BOZUKLUK

BİPOLAR BOZUKLUK

Önceleri manik depresif bozukluk veya manik depresyon adıyla bilinen bipolar bozukluk, tıpkı şeker veya kalp hastalığı gibi tıbbî bir hastalıktır. Kişinin beynini, dolayısıyla da duygu durumunu etkiler, riskli davranışlar nedeniyle ilişkilere ve kariyere zarar verir ve  tedavi edilmediğinde intihara neden olabilir. Bipolar bozukluk, maniden depresyona kadar uzanan ruh halindeki aşırı değişiklikler olarak tanımlanır. Dramatik ruh hali değişimleriyle birlikte, bipolar bozukluğu olan hastaların düşüncelerinde bozukluklar da olabilir. Kişinin algılarında çarpıklıklar ve sosyal işlevselliğinde azalmalar görülebilir.

“Manik” terimi aşırı hareketli, enerjik, konuşkan, umursamaz, güçlü öforik (neşe) bir dönemi tanımlar.Mani döneminde kişinin fiziksel aktivitelerinde ve konuşmalarında artış, uyku ihtiyacında azalma, dikkat dağınıklığı, yoğun duygulanım, uçuşan düşünceler, enerjide artma, vurgulu konuşma, her şeyi başarabileceği inancı, engellendiği zaman çabuk öfkelenme ve kaygı gözlemlenebilir. Mani çok yoğun ise halüsinasyonlar (özel güçler, sesler, parlayan renkler, ışıklar vs.) da görülebilir. Sonra, birdenbire bu yükseklerde uçan ruh hali karanlık bir ruh haline dönüşebilir, yani depresyon dönemi başlar. Bu dönemde üzüntü, kendini boşlukta hissetme, umutsuzluk, ilgi azalması, zevk alamama, iştahta artma ya da azalma, hatırlama ve karar vermede zorluk, çok kilo alma ya da çok kilo verme, uykusuzluk ya da aşırı uykululuk, hareketlerde yavaşlama, ajitasyon (huzursuz şekilde dolaşma), değersizlik ve suçluluk duyguları, odaklanmada zorlanma, ölüm düşünceleri gibi durumlar gözlenir. Bu bir öncekine tamamen zıt olan ruh hali “depresyon” olarak tanımlanır. Mani ve depresyon döneminin yanında bir de “hipomani” dönemi vardır. Bu dönemde manide görülen belirtiler mevcuttur ancak bu belirtilerin görülme süresi daha kısadır ve kişinin genel işlevselliği çok fazla etkilenmez.

Bu yükselmeler ve alçalmalar her insanda değişiklik gösterdiğinden, bipolar bozukluk teşhis edilmesi zor olan bir rahatsızlıktır. Ruh hali değişiklikleri çok hafiften çok fazlaya kadar yayılır ve dakikalardan saatlere kadar uzanan bir zaman diliminde aşamalı veya aniden gerçekleşebilir. Bazı insanlarda ise mani veya depresyon haftalarca, aylarca hatta yıllarca sürebilir. Bu ruh hali oynamaları arasında, bipolar bozukluğu olan kişi  uzun bir dönem boyunca normal ruh hali de sergileyebilir. Bipolar bozuklukta her zaman dramatik ruh hali değişiklikleri görülmez, esasen çoğu insan bunlarla rahatça başa çıkar. Kişi manik dönemlerde çok yaratıcı olabilir, bu yüzden işlerin harika gittiğini bile düşünür. Mani artarak kötüleştikçe, tehlike ortaya çıkar. Değişiklik çok dramatik olabilir ve felaketle sonuçlanabilir. Kişi umursamaz davranışlarda bulunabilir, aşırı para harcayabilir, rastgele cinsi münasebette bulunabildiğinden cinsel açıdan riskler oluşabilir. Depresif dönemler de aynı derecede tehlike taşıyabilir ve kişi sürekli intiharı düşünebilir.

BİPOLAR BOZUKLUĞUN TÜRLERİ

Bipolar I Bozukluğu: En az bir mani dönemi vardır. Bu mani döneminin öncesinde ya da sonrasında  depresyon dönemi olabilir.

Bipolar II Bozukluğu: Mani dönemi yoktur. En az bir hipomani dönemi ve en az bir depresyon dönemi vardır. Depresyon ağırdır ve iş gücü kaybı çok uzun sürelidir.

Siklotimi Bozukluğu: Hipomani ve depresyon belirtileri vardır ancak dönem şeklinde değildirler (kısa süreli dalgalanmalar olarak görülürler). Depresyon hafiftir. Bu hastalık kişilik yapısı zannedilebilir.

Bipolar bozukluk genellikle 15-24 yaş arasında görülür ve yaşam boyunca sürer. Çocuklarda ve 65 yaş üstünde nadiren yeni teşhis edilmiş mani görülür. Belirtilerin şiddeti bipolar bozukluğu olanlarda değişiklik gösterir. Bazılarında birkaç belirti varken, diğerlerinde çalışma ve normal bir yaşam sürme kabiliyetlerini bozan birçok belirti olur.

  • Daha ciddi bir formu olan bipolar I bozukluğu olanların yaklaşık %90’ı en azından bir kez psikiyatrik hastaneye yatırılmıştır.
  • Bipolar bozukluğu olan üç kişiden ikisi yaşamları boyunca iki kere veya daha fazla hastaneye yatırılmıştır.
  • Mani hali çok yoğun olan hastalar genellikle riskli davranışlardan ve intihar düşüncesinden uzaklaştırılmak için hastaneye yatırılır.
  • Tedavi edilmediği takdirde bipolar bozukluğun nüksetme oranı yüksektir.

Bipolar bozukluğu olanların aileleri için de durum eşdeğer bir zorluk yaratır. Bu, aileler tarafından kabul edilmesi en zor olan ruhsal hastalıktır. Örneğin, aileler şizofreniyi daha kolay kabul eder, bunun bir hastalık olduğunu anlarlar. Fakat kişi çok üretkenken, birdenbire mantıksız ve saçma sapan davranmaya başladığında, bu durum ailede daha büyük bir hasara yol açar. Bu durumda yapılacak en iyi hareket bir psikiyatriste görünmektir. İster bipolar bozukluk, ister başka bir ruh hali ile ilgili bir problem olsun, tedavi her zaman mevcuttur. Önemli olan problemi fark etmeniz ve yardım aramanızdır. Unutulmamalıdır ki “sağlam baş yastık istemez”.

Sebebi

Diğer ruh hali bozuklukları gibi, bipolar bozukluğa neden olan şey de tam olarak bilinmemektedir. Ancak bipolar bozukluk ailelerde nesiller boyu görülme eğilimi göstermektedir ve bipolar bozukluğun birçok vakada kalıtım yoluyla geçtiği düşünülmektedir. Bipolar bozukluğu olan kişilerin üçte ikiden fazlasının bipolar bozukluğu veya depresyonu olan en az bir yakın akrabası vardır. Bu da genetik faktörlerin önemli olduğunu düşündürmektedir. Fakat yine de, bu hastalığa sâhip bireylerin çocuklarında hangi oranda görüleceği bilinmemektedir. Sorumlu olan genler henüz tam olarak tespit edilememiştir, ancak çalışmalar bütün hızıyla devam etmektedir ve bu çalışmaların sonucunda bipolar bozukluk için daha iyi ilaçların tasarlanacağı ve muhtemelen gen tedavisine (yani, genetik bilgilerin vücut işlevlerini kontrol etme biçimini değiştiren tedavilere) katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

Ayrıca tedavi edilmemiş bir duygudurum bozukluğu hastası, kendini ilaçla veya madde ile rahatlatmaya ve uykuya dalmaya çalışırken kolayca bağımlı olabilir. Bu kişilere salt alkol ve madde bağımlılığı tedavisi uygulanması yeterli değildir. Altta yatan bipolar bozukluğunun tedavisi ve korunması uygundur.

Tedavisi

İlaç tedavisinin yanında başa çıkma becerilerini arttırmak amacıyla destekleyici bilişsel davranışçı terapiuygulanır. Kişinin ailesine de psikoeğitim verilmelidir.

DR ZEYNEP PINAR

http://www.zeyneppinar.com

0212 215 62 62

http://www.zeyneppinar.com/bipolar-bozukluk/ ‘dan alıntıdır.

EŞ TERAPİSİ

EŞ TERAPİSİ

 “İlişkimizde problem var”diye başvuranların yanında, asıl sorunu örterek; depresyon, psikosomatik şikayetler, ve fobik reaksiyonlarla terapiste başvuranlarada sıklıkla rastlanmaktadır.” Bazı çiftlerin terapiste başvurma amaçları;ilişkilerini, evliliklerini kurtarmaktır. Hem terapi ortamı, hemde terapist evliliğin bitmesine ya da devam etmesine karar veremez.Terapi ortamı; İletişimi açık ve net hale sokan, üçüncü bir kişinin (terapist) yardımıyla karşılıklı anlaşılabilir konuşmayı öğreten, kişinin olaylara tek yön olan bakış açısını zenginleştiren, kendinin farkındalığını sağlayan bir ortamdır. Bu ortamdan yeteri derecede faydalanabilmek yinede çiftlerin kendilerine bağlıdır.Terapinin amacı iletişimi sağlıklı hale getirmektir. Bir ilişkinin sağlıklı şekilde devam etmesi, çiftlerin uzlaşmazlıklarını çözebilme yeteneğine ve isteğine bağlıdır. Çiftler arasında ilişkinin sorun haline geldiği durumlarda şu cümleler sıklıkla kullanılmaya başlamıştır artık.“Beni sen hiç anlamıyorsun. ”

Çiftlerde ortaya çıkan sorunlar, aslında problem diye görülmeye başladığı zamandan daha önce den de vardır. Fakat yaşam döngüsünün çeşitli devrelerinde(evlilik, çocukların doğumu, çocukların okulu, eşlerin iş-meslek rolleri, geleceği yapılandırma)çiftler belirli amaçlar üzerine odaklaşırlar.

Böylece ilişkinin yürümesini engelleyen “şeyleri” göremez ya da görsede farketmemeye, farketsede bir süre sonra bunun değişeceğine kendini inandurmaya çalışır. Fakat bu yaşam döngüsü içinde ani ve büyük değişimler, zorlanmalar, kayıplar ve bu döngünün oturtulmasıyla, kişiler o ana kadar belkide hiç yapmadıkları, yada bazen düşündüğü hatta bazen deneyime geçirdiği “kendinin farkındalığı” üzerine yoğunlaşmaya başlar. Ben neyim? ne oluyor? ne istiyorum gibi kendine yönelik sorular sormaya başlar. Farkına varmaktan kaçındığı “şeyler” üzerine gidip onları araştırmaya, çözümlemeye çalışır. İlişkinin bileşenleri olan üçlü; kominikasyon-güç-duygu o anda gerçek sorunlar olarak görülmeye başlanır. İlişkide o ana kadar çıkıpta başedilen sorunlar bir anda üstesinden gelinemez bir hal almaya başlar. İlişkinin tanımını yapacak olursak;özel belirli bir bağlamda kişiler arasında oluşan duygu ve düşünce, davranışlarda şekillenen bir mesaj iletimi, daha da ötesi arzu, istek ve ihtiyaçların cevap bulmasına yönelik bir alış-veriştir. İlişkinin olması için iki kişinin olması ne kadar olmazsa olmaz bir kuralsa, ilişkide hangi kontekstin geçerli olduğı konusuda o kadar önemlidir. İlişkinin şekillendirilmesi; belirli bir durum, ortam dahilinde olmalıdır. Eşlerden birinin sevgisini ifade etme şekli diğerinde sevgi değilde öfke, kızgınlık şeklinde algılanabilir. İlişkide önemli olan bir noktada “burada ve şimdi” dir. Kişiler arası ilişkilerde, kişilerin çevrelerindeki üçüncü ve dördüncü kişiler (anne, kayınvalide, baba, arkadaş) tarafından ilişkiye yandan müdahale yapılacağı gibi, bir profesyonel (terapist) tarafından da terapötik müdahaleler yapılabilir. Gerçek yaşamda ilişkilerde belirlemeler, tanımlamalar ve yorumlar olduğu müddetçe, müdahaleler her zaman bir şekilde vardır. Fakat bir problem yaşandığında:kişilerin “eylem kapıları yapılanmış” olması veya “sonu gelmeyen oyunlar”söz konusu olduğunda, sistemin dışından bir kişinin müdahalesine gereksinim vardır. Çünkü sistemin devam etmesi için, sistemin kurallarının değişmesi gerekmektedir. Sistemi değiştirmek, o sistem içindeyken olası değildir. Ancak dışardan birisi(terapist)sisteme ihtiyacı olanı verebilir.

Yardım isteği ile başvuran çiftlerden biri “ben boşanmak istemiyorum veya ben boşanmak istiyorum” isteğiyle geldiğinde, ilk müdahalemiz ;boşanmak için ilişkinin düzelmesinin gerektiği çünkü burada sorunun, ilişkinin aslı olduğunu söylemektir. Sorunlu ilişkilerde boşanmak;ağızdan kolayca çıkan basit bir çözüm olarak gelsede gerçeğe yakınlaştıkça, uzaklaşılan ve alınması zor bir karar haline gelmektedir. Çiftlerde, terapide kullanılan ilk önerilerden biri;ilişkinin bir süre askıya alınmasıdır(askı modeli). 15 gün süre ile asla yüz yüze görüşme yapılmaması, telefonla konuşulmaması, ayrı yerlerde yaşama ve bu sürede varlıklarından bile haberdar olunmaması önerildiğinde, buna “boşanmak en iyi çözüm “diye yaklaşan çiftlerde dahi ilk tepki red etme olabilmektedir. Çift terapisine başvuranların çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ve bir kısım eşlerin terapiye sıcak bakmadıkları göz ardı edilmeyecek bir gerçektir. Terapiye her iki tarafında katılması sonuç almayı kolaylaştırdığı gibi terapi süresinide kısaltır. Fakat çok önemli olan bir gerçekte, ilişkide magdur olan bireyin; (çoğunluğu kadın) tek başına yapacağı terapi yolculuğunda hem ilişki adına hem de kendi adına çok yol katedebileceğidir.

Evlilik Öncesi

Flört ya da nişanlılık dönemlerinin uzadığı ilişkilerde sorun yaşama riski giderek artmaktadır. Özellikle, ilişkide ailelerin de yer almaya başlaması eşler arasındaki nazik dengeleri bir şekilde etkilemektedir. Bunlara rağmen nişanlılık ve flört dönemleri evlilik hayatı hakkında eşlere ipuçları da vermektedir. Bu nedenle çok iyi değerlendirilmesinde fayda vardır.

Evlilik Kararı

Kişiler evlilik kararı alırken farklı nedenler düşünmektedirler. Bu kararı verirken yapılan hataların bazıları şu şekilde sıralanabilir;

İlk Bakışta Aşk: İlk görüşte aşk, kişilerin mantıklı düşünmelerine ve yanlış kararlar almalarına neden olabilmektedir. Bu nedenle çiftlerin birbirlerini tanımak için zaman tanımaları ve alacakları karar öncesinde iyi düşünmeleri gerekmektedir.

Evden Kaçış: Bazı insanlar mutlu olamadıkları ve sürekli sorun yaşadıkları bir ortamdan kurtulabilmek için evliliği bir çare olarak görmektedirler ve evlilik kararı almaktadırlar. Bir kaçış olarak da değerlendirebileceğimiz evlilik kararı her zaman doğru olamayabilmektedir.

Cinsel İsteklerin Karşılanması: İnsanlar bazen cinsel ihtiyaçlarını giderebilmek için evlenmek istemekte ve evliliğin asıl temellerini gözardı ettikleri için yanlış kararlar verebilmektedirler.

Yalnızlıktan Kurtulma İsteği: İnsanlar bazen yalnızlıktan kurtulmak için evlilik yapmayı deneyebilirler. Ancak sadece bu amaçla yapılan evlilikler genellikle doğru evlilikler olmamaktadır.

Evlilik İle İlgili Beklentiler

Gerçekçi olmayan evlilik ile ilgili beklentiler, eşlerin ciddi hayal kırıklıkları yaşamalarına, evliliklerinde sorunlar yaşamalarına ve hatta çıkmaza girmelerine neden olabilmektedir. Bunlardan bazıları ise şöyledir;

‘Eşim en yakın dostumdur’ düşüncesi: Bireyin hayatında eş ve arkadaş çok önemli kişilerdir. Bir bireyin eşine arkadaş rolünü de yüklemesi oldukça yanlıştır, çünkü her iki ilişki türünün de o kişi için farklı getirileri vardır.

‘Evlilikte yarı yarıya paylaşım gerekir’ düşüncesi: Bu düşünce, ilişkiler içinde bireyler için gerekli ve kaçınılmazdır. Ancak, paylaşım düşüncesi bir orana sabit kılınamaz. Hayatta karşılaşılacak olan durum ve imkanlar gözönünde bulundurularak, kimi zaman birinin diğerine oranla daha fazla sorumluluk üstlenmesi gerekebilir. Paylaşım konusu, uzun bir zaman dilimi için düşünülmelidir. ‘Çocuk sahibi olmaksızın bir evlilik olamaz’ düşüncesi: Eşler için çocuk sahibi olmak evliliğin en önemli amaçlarından biridir. Bu sayede çiftler birbirlerine daha çok yakınlaşacaklarını, aralarındaki sorunları daha kolay çözebileceklerini düşünürler. Bu düşünceler çocuk sahibi olma kararını çok ciddi bir şekilde etkiler. Ancak zaten başarısız bir ilişkide çocuk sahibi olmak her zaman çözüm olamayacağı gibi kişiler arasında başka sorunların da yaşanmasına neden olabilmektedir. ‘Eşime şimdiye dek yaşadığım her şeyi anlatmalıyım’ düşüncesi: Evlilik kararı almak üzere olan çiftlerin birbirlerini tanımaya çalışmaları çok normaldir. Ancak o zamana dek yaşadıkları olayları ve tecrübeleri birbirlerine aktarırlarken de dikkatli olunmalıdır. Çiftler ilişkilerinin nasıl etkileneceğini tahmin edemedikleri konularda konuşacakları zaman aile terapistlerinden destek alabilirler.

Sosyo-Ekonomik Düzeylerin Birbirine Yakın Olması: Aynı sosyo-ekonomik çevrelerden gelen kişilerin yaptıkları evliliklerin başarı oranlarının yüksek olduğu bilinen bir gerçektir.

Enerji Düzeylerinin Benzerliği: Kişilerin enerji düzeylerinin birbirine yakın olması evlilikte ulaşılan doyumu doğru oranda etkilemektedir.

Hayata Bakış Açılarının Benzerliği: Eşlerin hayatın hızına ayak uydurabilme, değişime ve değişikliğe olan ihtiyaç veya durağanlığı sevme gibi konularda birbirlerine benzemeleri, evlilikteki uyumu da artırmaktadır.

Evlilikte Danışmanlık

Neden evlenmek istiyorum?: Bu soruya verilecek cevap çok önemlidir. Kişinin gerçekten sevdiği insanla birlikte yaşama isteğiyle bir evlilik kararı alıyor olması gerekmektedir.

Neden ‘onunla’ evlenmek istiyorum?: Çiftlerin birbirlerini yeterince tanıdığını, hayata karşı benzer bakış açılarına sahip olduğunu, bir ömür boyu birlikte yaşamak istediklerini düşünmeleri onların alacakları evlilik kararında doğru yolda ilerlediklerinin bir göstergesidir.

Hayata nasıl bakıyoruz?: Eşlerin hayata benzer pencerelerden bakmaları onların evlilik hayatlarını doğrudan etkileyecektir. Olayları, insanları ve genel anlamıyla hayatı birbirine yakın tarzda değerlendirebilen ve benzer tepkileri veren eşlerin evlilikleri çok daha sağlam adımlarla ilerlemektedir.

Nasıl bir eş istiyorum?: Kişi, nasıl bir eş istediğini, nasıl biriyle hayatını birleştirmek istediğini iyi tahlil etmelidir. Geleneksel, modern, farklı düşünen, koruyucu biri mi olacağını iyi düşünmelidir. Ancak bunun için de,eşler flört ve nişanlılık dönemlerinde kendilerini oldukları gibi yansıtmalıdırlar. Olumsuz yönlerini karşı taraftan gizleyip,olumlu yönlerini ön plana çıkarmamalıdırlar. Aksi taktirde,verilecek evlilik kararındaki etkenleri yanıltmış olurlar. Dolayısıyla kişi hayal ettiği ve istediği eş modelinden çok daha farklı biriyle karşılaşabilir ve verilen yanlış kararlar işleri çıkmaza sokabilir.

Evlilik Öncesi

Bir evlilikte eşleri etkileyen pek çok psikolojik sebepler vardır. Bu nedenle çiftlerin evlilik kararını almadan önce birbirlerini yeterince tanımaları ve evlilik sorumluluğunu alıp alamayacaklarını iyice düşünmeleri gerekmektedir. Özellikle toplumumuzda, erkeklerin sorumluluk alma konusundaki istek ve kararlılıklarını pek çok kere gözden geçirmeleri tavsiye edilmektedir. Evlenmeden önce dikkat edilmesi ve değerlendirilmesi gereken bazı kriterler vardır. Evlenmeden önce eşlerin birbirleri hakkında kişilik özelliklerini, evliliğe ve hayata bakış açısını, kendisine her konuda destek olup olamayacağını, mesleği ve gelir düzeyini, sağlık durumunu, çocuk sahibi olmak isteyip istemediğini, cinselliğe bakış açısını, her iki tarafın ailesiyle olan ilişkilerini, psikolojik bir sorununun olup olmadığını bilmeleri gerekmektedir. Bu kriterler ve daha pek çok konu çiftler arasında tartışılmalıdır. Evlilik öncesi depresyonu bilinen bir gerçektir. Evlilik sorumluluk gerektirmektedir ve eğer kişi bu sorumlulukları üstlenemeyeceğini düşünüyorsa biraz daha beklemekte fayda vardır. Karşılıklı sevgi ve anlayışın var olmadığı evliliklerde bu sorumluluklar kişilerin özgürlüklerinin elinden alınması gibi algılanabilir. Bu nedenle evlilik kararı üzerine iyi düşünülmeli, sevgi ve anlayışın hakim olduğu ilişkiler geliştirilmelidir.

Evlilik öncesinde bahsedilen bu kriterler dikkatle ele alınmalıdır. Gerekli hallerde evlilik-ilişki danışmanlarından destek istenebilir. Objektif ve uzman birinin rehberliğinde, kişilerin evliliğe hazır olup olmadıkları, birbirleri ile uyumu, hayata bakış açıları ve evlilikten beklentileri masaya yatırılır. Yapılan bu görüşmeler kişilerin verecekleri kararda belirleyici ve yol gösterici bir kaynak olabilir.

Doğru Eş Seçimi

Bir kişinin evlilik kararı almasında o zamana kadar edindiği hayat tecrübesi ve kişilik özellikleri çok önemlidir. Bu etkenleri gözönünde bulundurarak geliştirilmiş bazı kuramlar vardır;

Bütünleyici Gereksinimler Kuramı Bu kurama göre, evlilik kararı alacak olan kişi, kendi kişiliğinde eksik olan özelliklerini eşinden tamamlamasını beklemektedir. Örneğin, ilgi ve şefkate ihtiyaç duyan biri, şefkat dolu ve kendisine çok ilgi gösteren birini eş olarak seçebilmektedir.

Uyarıcı – Değer – Rol Kuramı: Bu kuramın birinci aşaması bireyin karşısına çıkan kişinin kişilik özelliklerinden etkilenmesidir. Uyarıcı aşama denilen bu aşamada kişiler ilişkilerinin değerlendirmesini yaparlar. İlişki kendileri için önemli bulunursa ikinci aşama olan değer aşamasına geçilir. Kişiler fiziksel, zihinsel ve sosyal olarak ortak değerlere sahip olduklarını düşünüyorlarsa son aşama olan rol aşamasına ulaşırlar. Bu aşamada, kişiler birbirlerini hayatta üstlenecekleri roller (eş, ebeveyn gibi) içindeki davranış biçimlerini kestirmeye çalışırlar. Bu aşamanın ardından ise evlilik kararına yönelik girişimler hayata geçer. Doğru eş seçimi için karşı taraftan beklentilerinizi net olarak düşünmeli ve doğru karar almak için adımlarınızı atmalısınız.

İlişki Danışmanlığı

Ülkemizdeki evliliklerin büyük bölümü ailelerin tutumları yüzünden bitmektedir. Ayrıca, ekonomik sıkıntılar, alkol ve madde bağımlılığı, şiddet, cinsel sorunlar, kişilik ve beklentilerin farklılığı gibi nedenler de evlilikleri sona erdirmektedir. Bu nedenlerin temelinde ise genellikle iletişimsizlik karşımıza çıkmaktadır. Eşler birbirlerine ihtiyaçları olduğu zamanlarda birlikte olamadıklarında evlilikleri çıkmaza girmektedir.

Evliliklerde birçok etken o evliliğin geleceğini etkiler. Yaşadığımız toplumda ailelerin evlilikler üzerindeki yoğun etkisini gözönünde bulundurursak, çiftlerin ekstra sorumluluklar üstlenmesi gerektiğinin de farkına varılabilir. Özellikle erkeklerin bu konudaki isteksizlikleri ve yetersizlikleri, evliliği kadınlar için daha da zor hale getirebilmektedir.

Evlilik bir anlamda sorumluluk almak demektir erken yaşta evlilik kararı alan çiftler özellikle bu sorumluluğu kaldırabileceklerinden emin olmaları gerekmektedir. Bu nedenle eşlerin belli bir yaşa gelmiş olmaları ve alınacak bu sorumlulukları kolaylıkla üstlenebilmeleri gerekmektedir. Erkekler için 29-30, kadınlar için ise 25-26’lı yaşlar uygun zamanlar olarak görülmektedir. Kişinin karakterinin oturmuş olması, hayattan ne istediğini bilmesi ve olgunlaşması açısından bu yaşlarda yapılan evliliklerin daha sağlıklı yürütüldüğü kanaati doğmuştur.

Farklı başlıklar altında toplanan bu bilgiler ışığında, kişi kendisini ve evlenmek istediği kişiyi iyi değerlendirmelidir. Her şeyden önce evlilik kararına bir duygu yoğunluğuyla değil, mantık çerçevesinden bakmak fayda sağlayacaktır. Kişiler yapmayı planladıkları evlilikle ilgili şüpheler taşıyorlarsa evlilik kararı öncesinde bir aile danışmanından destek istemeleri oldukça doğru bir karar olacaktır.

Evliliklerde Yaş Farkı

Günümüz toplumlarında, eş seçimi konusunda kadınların ve erkeklerin geliştirmiş oldukları farklı standartlar gözlenmektedir. Kadınlar için kendisinden yaşça büyük, ekonomik ve eğitim seviyesi olarak daha üstün bir erkekle; erkekler için ise kendisinden yaşça daha küçük, ekonomik ve eğitim seviyesi olarak daha düşük olan bir kadınla evlenmesi normal karşılanmaktadır. Ancak bu anlayış özellikle kadınlar için değişmeye başlamıştır. Artık kadınlar da yaş, eğitim ve gelir seviyesi olarak kendileriyle aynı seviyede olan erkekleri tercih etmektedirler. Kadınların kendilerinden on yaş ve üstü olan erkeklerle evlenme oranları hızla düşmektedir.

Evlilikte yaş farkı için büyük yaş aralarından yaşları 50-70 arasında değişen erkeklerin büyük çoğunluğu, evlilik için kendilerinden en az 5-10 yaş küçük kadınları tercih ettikleri gözlenmektedir. Buna karşılık aynı yaş gurubundaki kadınlar için ise kendi yaşıtlarındaki erkeklerle evlenmek istedikleri saptanmıştır.

Bir ilişkiyi değerlendirmeden önce bireyi değerlendirmek gerekir. Bir birey öncelikle kendini iyi tanımalı, hayata dair isteklerini, hayallerini ve beklentilerini iyi bilmelidir. Böylelikle, karşısındaki insandan beklentilerini de daha rahat ifade etme imkanı bulur. Birey, karşısındakinden çok fazla şey beklerse, o kişiye ve yaşanacak ilişkiye de o kadar çok yük yüklemiş olur. Gerçekleştirilemeyen hayaller ve karşılanamayan beklentiler ise zaman içinde yaşanan ilişkiye zarar vermeye başlar. Mutsuz çiftlerin yaptığı en büyük yanlışlardan biri, birbirlerini değiştirme çabasıdır. Böyle durumlarda kimsenin kazanabileceği bir şey yoktur. Ortaya çıkan şey ise sadece bir güç savaşıdır ve mutsuzluktan başka bir şey getirmez.

İlişkileri flört, nişanlılık ve evlilik süreçlerine ayırabiliriz. Her bir sürecin kendine has özellikleri vardır. Flört döneminde çiftler birbirlerini herhangi bir baskı olmaksızın, özgürce tanıma imkanı bulurlar. Nişanlılık döneminin ise diğer dönemlere göre daha zor ve sancılı geçtiği belirlenmiştir.

Evlilikte Çatışma

Çatışmalara yol açan birçok durum söz konusudur; iletişim problemleri, evlilik dışı ilişkilerin varlığı, kültürel farklılıklar, eşlerin evlilikten beklentilerinin farklı olması, cinsel sorunlar, maddi konular, eşlerin aileleriyle ilgili yaşanan problemler, alkol ve kumar gibi alışkanlıkların varlığı bunlardan bazılarıdır.

Evliliğin sağlıklı bir şekilde devam etmesi, çiftlerin yaşadıkları çatışmaları nasıl çözdüğüne bağlıdır. Çatışmalarını sağlıklı bir şekilde çözen çiftler, evliliklerinden doyum alabilirler ve evliliklerinde mutludurlar. Hatta çatışmadan dolayı evlilikleri tehlikeye girmek yerine ilişkileri daha da güçlenir. Sağlıklı evliliklerde bir miktar çatışma olması gayet normaldir.

Eğer bir evlilikte hiç çatışma yoksa, bu o evliliğin tehlikede olduğunu gösterebilmektedir. Eşler o kadar çok birbirlerine ilgilerini kaybetmişlerdir ki, artık çatışma dahi yaşamaz olmuşlardır.

Çiftler, çatışmaları yönetme konusunda gerekli becerileri edindikleri takdirde, yaşanan çatışmalar artık evliliği sarsamaz. Önemli olan sorunların göz ardı edilmemesidir. Yaşanan sorunlar göz ardı edildiği takdirde, ileride daha ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır.

Eşleri birbirleri ile akraba yapan, sonsuza dek birbirlerinin genlerinde yaşamalarını sağlayan tek şey çocuk sahibi olmaktır. Çocuk sahibi olmak aynı zamanda geri dönülmezlik duygusunu beraberinde getirir, bu durumda eşlerde kaçıp kurtulma isteği ortaya çıkar. İsteyerek çocuk sahibi olan kişilerde de durum değişmez. Hareket kabiliyetlerinin kısıtlanması, özgürlüklerin kaybı, tüm çiftleri derinden yaralar. Evli çiftler bu noktada bir kadın ve bir erkek olmaktan, anne ve baba olma noktasına ulaşabilirlerse, bu krizi atlatabilirler. Benzer krizler çocukla ilgili ortak kararlar verme noktasında da kendini gösterir. Aslında genellikle eve gelen o minik birey ev içindeki coşkuyu artırır, hatta çoğu zaman eşler arası iletişimi güçlendirir. Ancak zaman zaman ebeveynlerin yanlış tutumlarından dolayı sorunlar ortaya çıkabilir! Peki niçin? Ev içinde rollerin sağlıklı bir biçimde belirlenmemiş olması bu durumun en önemli nedenidir. Bireylerin anne – baba olduktan sonra eş olma rollerini unutmaları ve önceliği her zaman çocuğa vermeleri ile diğer eş ihmal edilebilmektedir. Bu durumda eşler, ebeveyn olmadan önceki ortamı arar ve eşi ile eski yakınlığını özler. Çocuğun kendisine olan ilgiyi azalttığını düşünür. Çocuk bahane edilerek eşin bazı isteklerine cevap verilmemesi, eşe zaman ayırma gayretinin gösterilmemesi, ev içinde eşlerin birbirlerine sürekli, “annecim, annemiz, babacım, babamız” ifadeleriyle seslenmeleri yapılan diğer yanlış davranışlardır. Ayrıca, çocuk bakımı ile ilgili sorumlulukların paylaşımının iyi düzenlenmemesi tartışmalara yol açabilmektedir.

Evlilikte Yaşanan Sorunlar

Evlilik insanların yaşamındaki birçok şeyi değiştirir. Evlendikten sonra kişilerin tercihleri, hayata bakış açıları ve davranışları değişebilir ancak bu değişim olumsuz bir değişim olmak zorunda değil, aksine, bir başkasıyla bir arada yaşamayı öğrenmek bireye birçok olumlu özellikler katar. Bunların yanı sıra kişilerin evliliğe tepki göstermeleri kaçınılmazdır. Çünkü evlilik insanın kendisine ait dünyasını bir başkasıyla paylaşmasıdır. ‘İyi’siyle, ‘kötü’süyle paylaşmak. Evlenmeden önce kendi işini, kariyerini, beklentilerini, planlarını ve sorunlarını düşünmesi yeterliyken, evlendikten sonra bireyin benzer şeyleri eşi için de düşünmesi gerekir. Evlenmek dünyadaki diğer tüm ilişki seçeneklerini yani tüm kadınları / erkekleri feda etmektir. Bunları kabullenmek ve ‘evli’ olduğu fikrine alışmak bireye zor gelebilir. Sonuçta evlendikten sonra eşlerin ve aralarındaki ilişki biçiminin değişmesi çok doğaldır. Genç eşler, evlendikleri kişinin bir ‘yabancı’ olduğunu anladıklarında karar verme zamanıdır, ya paniğe kapılıp, her şeyden vazgeçerler, ya da büyür ve evliliklerine sahip çıkarlar. Evlilik, bir evcilik oyunu değildir. İki gencin birbirinden hoşlanıp evlenmeye karar vermesi de onları pespembe bir geleceğin beklediği anlamına gelmez. Eskilerin ‘nikahta keramet vardır’ sözüyle de bir yere varılamayacağı kesin. Görücü usulüyle birbirlerini tanımadan evlenen kişilerin ortak bir yaşama alışmaları elbette daha uzun zaman alır. Evliliğin sadece duygularla yürümeyeceğini kabul etmek gerek. Evlilikle devam edecek kadar ciddi olan ilişkilerde bireyler, öncelikle aralarında sosyo-kültürel farklılık olup olmadığına dikkat etmeliler. İçinde yetiştikleri aile ortamları birbirinden çok farklı olmamalı. İlk aylar geçtikten sonra, eşler birbirlerinden çok farklı ortamlarda yetişmiş olduklarını anlayıp, diğerinin farklı yanlarını kendi doğru bildikleri ile değiştirme çabasına girişirse sonuç hiç de iyi olmaz. Bazı evliliklerde kadın, erkeğe kendi zevklerini, isteklerini kabul ettirmek için çaba harcar, erkek de kendi isteklerinin yapılması için direnir. İki taraf da kendini haklı çıkarma telaşına düşer. Bu durumda, eşlerin birbirlerinin içinde yetiştiği çevreyi tanımaya ve anlamaya çalışması ve onun farklılıklarına saygılı davranmayı öğrenmesi gerekir ancak bunu başarmak söylendiği kadar kolay değildir.

Eskilerin eş seçiminde, aile yapısını, yaşam koşullarını büyük bir titizlikle incelemeleri boşuna değildir. Günümüzde evliliklerin kısa ömürlü olmasında, eşlerin farklı kültürel çevrelerden ve aile ortamından gelmeleri önemli ölçüde rol oynamaktadır. Evliliğin ilk dönemleri zor geçebilir.

Evliliğin sadece duygularla yürümeyeceğini kabul etmek gerek. Evlilikle devam edecek kadar ciddi olan ilişkilerde bireyler, öncelikle aralarında sosyo-kültürel farklılık olup olmadığına dikkat etmeliler. İçinde yetiştikleri aile ortamları birbirinden çok farklı olmamalı. İlk aylar geçtikten sonra, eşler birbirlerinden çok farklı ortamlarda yetişmiş olduklarını anlayıp, diğerinin farklı yanlarını kendi doğru bildikleri ile değiştirme çabasına girişirse sonuç hiç de iyi olmaz. Bazı evliliklerde kadın, erkeğe kendi zevklerini, isteklerini kabul ettirmek için çaba harcar, erkek de kendi isteklerinin yapılması için direnir. İki taraf da kendini haklı çıkarma telaşına düşer. Bu durumda, eşlerin birbirlerinin içinde yetiştiği çevreyi tanımaya ve anlamaya çalışması ve onun farklılıklarına saygılı davranmayı öğrenmesi gerekir ancak bunu başarmak söylendiği kadar kolay değildir.

Eskilerin eş seçiminde, aile yapısını, yaşam koşullarını büyük bir titizlikle incelemeleri boşuna değildir. Günümüzde evliliklerin kısa ömürlü olmasında, eşlerin farklı kültürel çevrelerden ve aile ortamından gelmeleri önemli ölçüde rol oynamaktadır. Evliliğin ilk dönemleri zor geçebilir.

Evlilik Terapisti Nedir?

Evlilik problemleri için etkili tedavi yöntemleri vardır. İlişkileri üzerinde çalışmaya karar verip yeterli çaba gösterildiği takdirde çiftler evliliklerini yeniden tatminkar hale getirebilir. Kimse evliliğe mükemmel bir eş olarak başlamaz. Evlilik; kendini anlamak, eşini anlamak, tartışmayı bilmek (iyi kavga etmek), problem çözmek ve farklılıkları kabul edebilmek gibi bazı beceriler gerektirir. Bazen yetiştiğimiz ailedeki etkili olmayan, olumsuz davranış kalıpları ilişkiye taşınabilir, kimi zaman da yaşamın normal güçlükleri mutlu bir evlilik sürdürmeyi zorlaştırabilir. Evlilik terapisinde yapılan bir anlamda iletişim kurmayı öğrenmektir. Problem çözme ve çok fazla incitmeden nasıl kavga edilebileceğini öğrenme gibi becerileri oluşturmaya, ilişkiyi yeniden kurmaya yardım eder. Evlilik terapisi ile; eşlerin birbirini insan olarak görmeyi öğrenmeleri hedeflenir. Karşısındakinin kişilik özelliklerini anlama ve uzlaştırılabilecek farklılıkları uzlaştırabilmeyi, uzlaştırılamayacak yanlarını ise kabul edebilmeyi öğrenmeleri  sağlanmaya çalışılır. Eşler arasında süregelen sorun alanları, tartışmaların yoğunlaştığı belli başlı konular olabilir. Evlilik terapisinde amaç; eşlerin bu konuları konuşabilir hale gelmesi ve çözüm bulmalarına yardımcı olmaktır.

Eş Terapisinin Karşılaştığı En Yaygın Problem Aldatılma

Evlilik yaşantısında çocuk kaybından sonra en stresli yaşam olayı olarak belirlenen aldatmanın yıkıcı etkisi sadece eşlerden birinin evlilik dışı cinsel ilişki yaşaması yüzünden değil, temelde yalan ve gizlilik yüzünden olduğu görülmektedir. Yalan ve yalanı gizlemek ‘eşi atlatmak için girilen kasıtlı bir çaba harcamak’ yıkıcı oluyor. Evlilik krizi nedeniyle psikolojik yardım için başvuran eşlerin uyumlarını  etkileyen sorunların saptanarak, terapi sürecinde bu sorunlar üzerinde durulması  önemlidir. Eşler arasındaki etkileşimin ve uyumun artması  evlilik doyumunu da arttıracaktır. Ülkemizde eşler arasındaki uyumu değerlendiren, geçerlik ve güvenirliği yapılmış  ölçekler olmasına rağmen bu konuda kültürümüze özgü ölçeklerin geliştirilerek değerlendirilmesi gerekmektedir. Aynı  zamanda eşler arasındaki uyuma ilişkin çalışmalar incelenirken, uyum, doyum, çatışma gibi kavramların tanımlanan ölçekler bağlamında değiştiği için bu kavramlarını doğru değerlendirilmesi önemlidir. Bu konuda daha aydınlatıcı  bilgi için kültürümüze uygun geliştirilmiş  ölçekler ile çok sayıda araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Uzm Dr Zeynep Pınar

http://www.zeyneppinar.com

http://www.zeyneppinar.com/es-terapisi-3/ ‘den alıntıdır.

BULIMIA NERVOZA

http://www.zeyneppinar.com/bulumia-nervoza/ ‘dan alıntıdır.

Yeme bozuklukları:

Dönemler halinde aşırı yer, sonra kusar, laksatif yada purgatif kullanılır. (Gaita ve idrarın geçiş hızını arttıracak  ilaç) Bu kişilere öncelikle karbonhidrat emilminin daha ağızda  başladığını söyleyerek, tüm yediklerini asla kusamııyacağını belirterek bilişsel terapiye başlanmalıdır. Böylece stratejisinin işe yaramadığını öğretiriz. Hem mükemmelliyetçi hemde dikotom düşünce yapısına sahiptirler. Hem zayıf olmak hemde çok yemek isterler. Beden görünümü ile benlik saygılarını eşitlemişlerdir. Bedensel görünümüne abartılı bir ilgi vardır “zayıf olursam onaylanırım”

Bu kişilere yeme günlüğü tutmaları öneririz. Sorun çözme eğitimi verilir. Motivasyonu arttırma çalışmaları yapılır. Sosyal beceri arttırma eğitimi, “yersem iyi hissederim” miti üzerinde müzakere edilmeli. Vücut kitle indexi hususunda bilgilendirme yapılmalı. Endocrin yapının (insülin ve glukagon hormonları) yeme üzerinde ki etkilerinden bahsetmeliyiz. Tabakta yiyecek bırakma oranı giderek arttırılmalı tabağın çeyreği bırakılmalı. Tehlikeli yiyecekler eve alınmamalı. Alışveriş planlı ve tokken yapılmalı. Aile iş birliği sağlanmalı. Laksatif purgatiflerin yaptığı mineral ve vitamin kaybı hakkında bilgilenmeliler. Aile ilişkileri üzerinde çalışmalıyız.

“Yemezsem mutlu olamam” miti ile çalışmalıyız. “Su içsem yarıyor” miti ve abartması ile çalışmalıyız. Bilişsel hatalar (abartma,genelleştirme,ya hep ya hiç) üzerinde çalışmalıyız. Stresle baş etme yöntemlerini öğretmeliyiz. “Kendini değersiz hissetmek” kök inancına sahip, bireylerde “zayıf olmazsam beğenilmem” otomatik düşünceleri çalışır.

ANOREXİA NERVOSA

Aneroksiya nervosa da, beden kitle indexi anormal düşük olmasına rağmen “şişmanım” der ve aşırı diyet, egzersiz yapar. Kilosu azaldıkça bilişsel süreçleri zayıflar iç görüsü  azalır. Ne kadar zayıf olursa olsun bir deri bir kemik olsada ‘şimanım’ der. Kilo azaldıkça içe kapanma artar. Tedaviye yakınları getirmezse kendisi gelmez. Kilo arttıkça sosyalleşme artar. Birinci hedef kiloyu yükselterek, bilişsel sürecin sağlıklı çalışmasını sağlamalıyız. Ne zaman başladı, nasıl başladı, güvenli yiyecekler nedir öğrenmeliyiz. Değişmek için sebepler müzakere edilir

  • Açlık belirtilerinizden kurtulacaksın
  • “Hayatında yemek harici pek bir şey yok. Hayatın yeniliklerine açık olmalısın” müzakere edilecek.
  • Mükemmelliyetçi, hırslı, zeki bu kişilere “ölürsün yemezsen” demek pek uygun olmaz.
  • Yemek düşünmeyip zihnini özgür bırakmanın keyfi öğretilir.

Açlıktan üşüme hissi, uykuya dalamama, bitkin hissetmeden kurtulamayacağı hatırlatılır. Çok fazla tartılmamalı, haftada bir seansta, terapistle tartılmalıdır. Diyetisyene yollamak yanlış,

Uzm Dr Zeynep Pınar

www.zeyneppinar.com

0212 215 6262

sevgi eksikliği sosyal fobi

SEVGİ EKSİKLİĞİNE PSİKİYATRİK BAKIŞ

http://www.zeyneppinar.com/sevgi-eksikligi/  ‘dan alıntıdır.

Duygu odaklı yaklaşım:

“Sevgi Eksikliği, insanın canını acıtan da bu işte; gözünüzden sakındığınız, sevginizle pamuklara sardığınız ağzından çıkan bir kelama, bir tebessüme gözlerinizi mutlulukla doldurduğunuz kişi… Gün gelir sizin kirpiklerinizi sırılsıklam, kalbinizi param parça eder… O ki, öyle bir acıdır ki,  resmen yanar içiniz. Sanki dikenli teli yüreğinize sarmışlar da size zorla nefes aldırıyorlar gibi…”

Düşünce odaklı yaklaşım:

Evet… Hayatımızdan pek çok insan gelir ve geçer… Yaşam ve ben değerliyim… Bence kendimi üzmek pek iyi fikir değil… Hem iyi biri değilmiş zaten… Ben onu hayatımda hiç yaşamamış gibi sayıyorum… Evet evet…

Problem odaklı yaklaşım:

“Biliyorum… Sevdiğim kişiye bağlanan bir yapım var… Ama sevmek de bu değil mi zaten… Ben ona alıştım aslında… Çok yakın hissettim kendime… Çok merhametli ve sevgi dolu biri gibi duruyordu… Bilmiyorum belki de öyle göründü… Ben hep yanımda olsun istedim… Kimseyle paylaşmak istemedim… Bende de hatalar var… Ama o da çok kırdı beni… Kendimi değersiz hissettim…
Oysa o benim için çok değerliydi ve bunu bir ona hissettirirdim… Bir kere olsun içten bir kelamı yoktu… Hep benden uzaklaşırdı… Ben bunu fark edemedim… Ya da farkettim ama konduramadım,
her neyse… Eskiden o yoktu… Ben yaşıyordum… Varlığı renk kattı hayatıma, pembeydi… Şimdi o rengi silmeliyim… Çok koyu boyadım… Fazla pembeydi, gerçek dışı olmaya başladı… Başka renkler de var hayatta… Silgim büyük değil çünkü kocaman yanlışlarım yok sadece… Doğru sandığım kişiye güvensiz bağlandım… Çözebilirim ipi… Benim elimde her şey… Mantık en güzel renk”

Duygusal travmaya maruz kaldığımız zaman bu düşünceler döner durur aklımızda… Yukarıda çok sevdiği bir kişiden sevgi beklentisini negatif geri bildirim ile alan birinin, o kişiyi ve hayatını sorgulama yaklaşımlarına bazı örnekleri görebilirsiniz.

Son söz: Duygularla kilometre hızıyla koşarken, akıl metre ile ilerler.

Kendiniz, nesliniz, aileniz, ekonominiz, değerleriniz için karar verirken aklınızı dinlerseniz pişman olma oranınız azalır.

http://www.zeyneppinar.com

Uzman Dr Zeynep Pınar

ERKEKTE CİNSEL YAŞAM VE CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI

http://www.zeyneppinar.com/erkekte-cinsel-yasam-ve-cinsel-islev-bozukluklari/ ‘dan alıntıdır.

Cinsel sorunlar cinsel aktivite aşamalarından herhangi birinde görülebilir.

Cinsel birleşmeyi acı verici ya da rahatsız edici buluyorsanız, partneriniz sabırlı ve sevgi dolu olduğu halde cinsel olarak uyarılmıyorsanız ya da orgazm olamıyorsanız, bir cinsel işlev bozukluğunuz olabilir.

 Cinsel bozukluklar kişinin ilk cinsel ilişkisinden itibaren ortaya çıkabileceği gibi, cinsel yaşamında bir sorun yokken sonradan da ortaya çıkabilir.

Cinsel işlev bozukluğu her iki cinsiyete de az rastlanır bir durum değildir. Profesyonel yardım almaktan utanmayın ve sıkılmayın.

Araştırmalar erkeklerin yaklaşık %40’ının yaşamları boyunca en az bir cinsel işlev bozukluğu yaşadığını göstermektedir.

1-      Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu

2-      Cinsel Tiksinti Bozukluğu

3-      Sertleşme Bozukluğu

4-      Erken Boşalma

5-      Geç Boşalma

6-      Ağrılı Boşalma

Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu

Sürekli olarak kişinin cinsel fantezilerinin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin azalmış olması ya da hiç olmamasıdır.

Cinsel istek azlığı erkeklerin %20’sinde görülmektedir.

Cinsel Tiksinti Bozukluğu

Kişinin cinsel ilişki kurmaktan tiksinti duyması ya da kaçınması olarak kendini gösterir.

Sertleşme Bozukluğu

Sürekli olarak ya da yineleyici biçimde yeterli sertleşme sağlayamama ya da cinsel ilişki bitene kadar sertleşmeyi sürdürememektir. Farklı derecelerde ve biçimlerde olabilir.

Erkeklerin %10-20’sinde görülebilmektedir ve bu oran 60 yaşın üzerinde artış göstermektedir.

Erken Boşalma Sürekli olarak cinsel birleşme öncesinde ya da birleşmeden hemen sonra ve kişinin kendi istediği süreden daha önce boşalmanın gerçekleşmesidir. Erken Boşalma tanısının konmasında önemli olan faktör boşalma süresi değil, kişinin kendi isteği ve kontrolü dışında boşalmanın gerçekleşiyor olmasıdır.

Görülme sıklığı %20 – 30 arasındadır.

 Geç Boşalma

Boşalmanın hiç olmaması, kısmen olması ya da boşalmanın oluşması için oldukça uzun süren bir uyarılmaya ihtiyaç duyulması şeklinde görülebilir.

Görülme sıklığı %5’in altındadır.

Ağrılı Boşalma

Cinsel organlarda, cinsel ilişki sırasında yineleyici biçimde ya da sürekli olarak ağrı olmasıdır.

ERKEKLERDE CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARININ NEDENLERİ NELERDİR?

 Cinsel sorunların nedenleri biyolojik ya da psikolojik olabilir.

Biyolojik Nedenler:

1-      Bazı bedensel hastalıklar cinsel işlevleri olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

2-      Bazı ilaçların sürekli kullanımı cinsel işlevleri olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Psikolojik Nedenler:

 1-      Yetersiz, yanlış cinsel bilgiler

2-      Yetiştirilme koşulları

3-      Gerçekdışı beklentiler

4-      Katı dini ve ahlaki inançlar

5-      Cinsel travmalar

6-      Evlilik çatışmaları

7-      Yakınlık sorunları

8-      Stres ve üzüntülü yaşam olayları

9-      Performans anksiyetesi

10-  Tecrübesizlik

11-  Kısıtlı önsevişme

12-  Psikiyatrik rahatsızlıklar

13-  Eşte cinsel işlev bozukluğunun olması

CİNSEL SORUNLARIN TEDAVİSİ

 Cinsel İşlev Bozukluklarının tedavisinde değerlendirme ve sorunun nedenlerinin net bir şekilde ortaya konması birincil önemdedir. Standart bir tedavi uygulamasından ziyade, her kişinin ve çiftin özgül özelliklerinin tanınıp derinlemesine anlaşılması ve nedenlere yönelik çözümlerin ortaya konması gerekmektedir. Biz cinsel tedavi yöntemlerinden yararlanarak çok yönlü bir yaklaşım içinde genel psikopatoloj ilkelerini cinsel alanda kullanmaktayız. Hastanın değerlendirilmesine göre sıklıkla cinsel sorun grup terapileri, bireysel, çift ve evlilik terapileri uygulanmaktadır.

Unutulmamalıdır ki çiftler arasındaki sevgi ilişkisinin varlığı tedaviye şans veren en önemli özelliktir.

 Tedavi sürecinde cinselliğe ilişkin yanlış bilgilenme ve inanışların düzeltilmesi, çiftin cinsel iletişimlerinin arttırılması ve soruna yol açan temel etkenlerin bulunup kaldırılması ya da çözümlenmesi hedeflenmektedir.

CİNSELLİĞİN TAM GELİŞİMİ BİREYSEL, KİŞİLERARASI VE TOPLUMSAL MUTLULUK İÇİN TEMEL GEREKLERDEN BİRİDİR.

Uzm Dr Zeynep Pınar

http://www.zeyneppinar.com

ERKEKTE CİNSEL YAŞAM VE İŞLEV BOZUKLUĞU

http://www.zeyneppinar.com/erkekte-cinsel-yasam-ve-cinsel-islev-bozukluklari/ ‘dan alıntıdır.

Cinsel sorunlar cinsel aktivite aşamalarından herhangi birinde görülebilir.

Cinsel birleşmeyi acı verici ya da rahatsız edici buluyorsanız, partneriniz sabırlı ve sevgi dolu olduğu halde cinsel olarak uyarılmıyorsanız ya da orgazm olamıyorsanız, bir cinsel işlev bozukluğunuz olabilir.

 Cinsel bozukluklar kişinin ilk cinsel ilişkisinden itibaren ortaya çıkabileceği gibi, cinsel yaşamında bir sorun yokken sonradan da ortaya çıkabilir.

Cinsel işlev bozukluğu her iki cinsiyete de az rastlanır bir durum değildir. Profesyonel yardım almaktan utanmayın ve sıkılmayın.

Araştırmalar erkeklerin yaklaşık %40’ının yaşamları boyunca en az bir cinsel işlev bozukluğu yaşadığını göstermektedir.

1-      Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu

2-      Cinsel Tiksinti Bozukluğu

3-      Sertleşme Bozukluğu

4-      Erken Boşalma

5-      Geç Boşalma

6-      Ağrılı Boşalma

Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu

Sürekli olarak kişinin cinsel fantezilerinin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin azalmış olması ya da hiç olmamasıdır.

Cinsel istek azlığı erkeklerin %20’sinde görülmektedir.

Cinsel Tiksinti Bozukluğu

Kişinin cinsel ilişki kurmaktan tiksinti duyması ya da kaçınması olarak kendini gösterir.

Sertleşme Bozukluğu

Sürekli olarak ya da yineleyici biçimde yeterli sertleşme sağlayamama ya da cinsel ilişki bitene kadar sertleşmeyi sürdürememektir. Farklı derecelerde ve biçimlerde olabilir.

Erkeklerin %10-20’sinde görülebilmektedir ve bu oran 60 yaşın üzerinde artış göstermektedir.

Erken Boşalma Sürekli olarak cinsel birleşme öncesinde ya da birleşmeden hemen sonra ve kişinin kendi istediği süreden daha önce boşalmanın gerçekleşmesidir. Erken Boşalma tanısının konmasında önemli olan faktör boşalma süresi değil, kişinin kendi isteği ve kontrolü dışında boşalmanın gerçekleşiyor olmasıdır.

Görülme sıklığı %20 – 30 arasındadır.

 Geç Boşalma

Boşalmanın hiç olmaması, kısmen olması ya da boşalmanın oluşması için oldukça uzun süren bir uyarılmaya ihtiyaç duyulması şeklinde görülebilir.

Görülme sıklığı %5’in altındadır.

Ağrılı Boşalma

Cinsel organlarda, cinsel ilişki sırasında yineleyici biçimde ya da sürekli olarak ağrı olmasıdır.

ERKEKLERDE CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARININ NEDENLERİ NELERDİR?

 Cinsel sorunların nedenleri biyolojik ya da psikolojik olabilir.

Biyolojik Nedenler:

1-      Bazı bedensel hastalıklar cinsel işlevleri olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

2-      Bazı ilaçların sürekli kullanımı cinsel işlevleri olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Psikolojik Nedenler:

 1-      Yetersiz, yanlış cinsel bilgiler

2-      Yetiştirilme koşulları

3-      Gerçekdışı beklentiler

4-      Katı dini ve ahlaki inançlar

5-      Cinsel travmalar

6-      Evlilik çatışmaları

7-      Yakınlık sorunları

8-      Stres ve üzüntülü yaşam olayları

9-      Performans anksiyetesi

10-  Tecrübesizlik

11-  Kısıtlı önsevişme

12-  Psikiyatrik rahatsızlıklar

13-  Eşte cinsel işlev bozukluğunun olması

CİNSEL SORUNLARIN TEDAVİSİ

 Cinsel İşlev Bozukluklarının tedavisinde değerlendirme ve sorunun nedenlerinin net bir şekilde ortaya konması birincil önemdedir. Standart bir tedavi uygulamasından ziyade, her kişinin ve çiftin özgül özelliklerinin tanınıp derinlemesine anlaşılması ve nedenlere yönelik çözümlerin ortaya konması gerekmektedir. Biz cinsel tedavi yöntemlerinden yararlanarak çok yönlü bir yaklaşım içinde genel psikopatoloj ilkelerini cinsel alanda kullanmaktayız. Hastanın değerlendirilmesine göre sıklıkla cinsel sorun grup terapileri, bireysel, çift ve evlilik terapileri uygulanmaktadır.

Unutulmamalıdır ki çiftler arasındaki sevgi ilişkisinin varlığı tedaviye şans veren en önemli özelliktir.

 Tedavi sürecinde cinselliğe ilişkin yanlış bilgilenme ve inanışların düzeltilmesi, çiftin cinsel iletişimlerinin arttırılması ve soruna yol açan temel etkenlerin bulunup kaldırılması ya da çözümlenmesi hedeflenmektedir.

CİNSELLİĞİN TAM GELİŞİMİ BİREYSEL, KİŞİLERARASI VE TOPLUMSAL MUTLULUK İÇİN TEMEL GEREKLERDEN BİRİDİR.

Uzm Dr Zeynep Pınar

http://www.zeyneppinar.com

Disosiyatif Bozukluk

Disosiyatif Bozukluk

http://www.zeyneppinar.com/disosiyatif-bozukluk-nedir/ ‘dan alıntıdır.
Disosiyatif Bozukluk ülkemizde sık görülen bir ruhsal rahatsızlıktır. Disosiyatifin kelime anlamı çözülmedir. Disosiyatif Bozukluk çeşitli ruhsal sıkıntılar veya travmatik (üzücü, korkutucu, utandırıcı, öfke uyandırıcı) olaylarla bireyde bilinç- bellek ve kimlik sorunlarının (saçma sapan veya farklı biriymiş gibi konuşma, konuşamama, bayılma, unutkanlık, kim olduğunu bilememe vb) ortaya çıkması anlamına gelir.

Disosiyatif Bozukluk nedir?

Belirtileri nelerdir?

Disosiyatif Bozukluk neden olur?

Ne gibi sonuçları olur?

Tedavi nasıl yapılır?

Disosiyatif Bozukluk nedir?

Bu hastalarda yapılan bütün tetkik ve incelemelere rağmen bu belirtilere neden olabilecek bir beyin rahatsızlığı bulunamaz. Çocukluk döneminde kötü davranılma-travma öyküsü ile disosiyatif belirtiler arasında belirgin bir ilişki bulunmaktadır. Psikiyatri hasta grubunda yaklaşık % 5- 10 oranında görülür. Psikiyatrik sınıflama sistemi DSM IV’de 4 tipi tanımlanmıştır: Disosiyatif unutkanlık, disosiyatif kimlik bozukluğu, disosiyatif füg, depersonalizasyon bozukluğu. Ayrıca ICD 10 tanı sisteminde ise buna ek olarak disosiyatif bayılmalar ve kendinden geçme de yer almaktadır.

Belirtileri nelerdir?

En sık görülen ve doktora başvuruya neden olan belirti bayılmalardır. Bayılmalar, sara benzeri nöbet geçirme, çırpınma, kasılma gibi belirtiler şeklinde olabilir. Bu tür belirtiler genelde diğer insanlarla birlikteyken ortaya çıkar; hasta yere yavaş düşer yaralanma görülmez. Etrafta konuşulanları duyabilir ancak cevap veremez ve bayılma genelde uzun sürelidir. Bazı hastalar bu bayılma sonrası yüksek sesle ağlayarak kendine gelir. Kendine gelirken saldırgan davranışlarda bulunma saçını, yüzünü yolma gibi taşkınlık belirtileri görülebilir. Bu nöbetlere konversiyon tipi bayılma veya pseudo epileptik nöbet de denir Kişi eğer bu bayılma ve sonrasında olanları ve yaptıklarını hatırlamıyorsa bu aynı zamanda disosiyatif (kendinden geçme) nöbet olarak da adlandırılabilir.

Bayılma kadar sık başvuruya yol açmamakla birlikte Disosiyatif Bozuklukta görülebilen diğer belirti tipleri arasında kişinin travmatik bir olaydan sonra belli bir dönemi veya önemli kişisel bilgilerini ve kim olduğunu ani olarak hatırlayamaması (disosiyatif amnezi), disosiyatif amneziyle beraber kişinin kendisini farklı bir kişi olarak yaşantıladığı kişiliklere sahip olması (disosiyatif kimlik bozukluğu veya çoğul kişilik), bireyin farklı bir yerde farklı bir kimlikle belli bir süre yaşayıp eski kimliğini ve bilgilerini hatırlamaması (disosiyatif füg-kaçma)

Disosiyatif Bozukluk neden olur?

Disosiyatif bozuklukların kökeninde hemen daima çocukluk çağında yaşanmış kötü olaylar vardır. Çocuk kendisinden çok daha güçlü olan ebeveynleri veya büyük kişilerin kötü muameleleri ve olumsuz olaylar karşısında çok güçsüz ve çaresizdir, bu olaylarla baş edebilmek için tek yöntem disosiasyon yani zihinsel olarak durum. ortam ve kendisinden uzaklaşma ve kopmadır. Çocuklukta bu yöntemi öğrenen bireyler yetişkinlik dönemlerinde de bu tarzı sürdürür. Disosiyatif Bozukluk çeşitli ruhsal zorlanmalar karşısında bazı bireylerin tepki verme biçimidir, yani kişinin başa çıkamadığı travmalar (fiziksel bütünlüğe tehdit, dayak, işkence, şiddete maruz kalma, veya böyle bir duruma şahit olma, cinsel saldırı ve istismar, doğal afet ve felaketler, kişilerarası ilişkilerde kavga tartışma vb) ve diğer sorunlar (aile içi tartışma, ailevi sorunlar, kendisine yakıştıramadığı bir olaydan dolayı kendisini suçlama veya başkaları tarafından suçlanma, aşırı korku, endişe, pişmanlık) olduğunda bu duruma verdiği tepki biçimidir.

Disosiyatif bayılma veya kendinden geçme kişinin olumsuz yoğun duygulardan geçici olarak uzaklaşmasını sağlayan bir korunma düzeneğidir. Bu tür bayılmalar elektrikli cihazları yüksek voltajdan koruma işlevi gören sigortanın yüksek voltaj geldiğinde atarak elektriği kesip sistemi kapatmasına benzer. Birey bilinçli bir haldeyken kaldıramayacağı yoğun olumsuz duygulara (öfke, üzüntü, utanç, korku vb) maruz kaldığında “sigorta atarak” kişi bilincini kaybetmekte ve bu yoğun ruhsal acıdan geçici olarak kurtulmaktadır. Disosiyatif bozukluk sakin, kibar, insanları üzmek istemeyen ve onlara hayır diyemeyen insanlarda sık görülür. Buna dayalı olarak disosiyatif bozukluk olan ve çevresi ile sözel iletişim kuramayan ve sıkıntılarını paylaşamayan insanların bu sıkıntılarını bilinç değişikliği ile bir anlamda dile getirdikleri düşünülmektedir. Belirtiler her tür ruhsal baskı yaratan olaya bağlı çıkabilir (yas, ölüm, tartışma, ekonomik güçlük, ailevi sorunlar). Disosiyatif belirtileri ruhsal olarak iki yarar sağlar: İlk olarak kişi kendisinde sorun yaratan ruhsal sıkıntıdan kurtulur, ayrıca dolaylı olarak rahatsızlığı nedeniyle çevresinin tutumu daha destekleyici hale gelip kendisine anlayış gösterilebilir, kişi söyleyemediği bazı şeyleri bu durumda iken ifade edebilir. Bazı durumlarda ortaya çıkan belirtilerin kişinin yaşadıklarıyla bağlantısı olabilir örneğin görmemesi gereken bir olaya tanık olan bir kişide bu olayı hatırlamama ortaya çıkabilir.

Ne gibi sonuçları olur?

Bu belirtiler nedeni ile hastanın bazı sorunları azalabilse de iş ve aile hayatlarında sorunlar ortaya çıkar verimleri azalabilir. Aniden başlayan, geçici olarak yaşanan zor bir durum sonrası ortaya çıkmışsa, kişide başka psikiyatrik hastalık veya bedensel hastalık yok ise sonuç genelde iyidir. Ek rahatsızlığı olmayan veya geçici zorlanmalar nedeniyle disosiyatif ortaya çıkan hastalarda eğer sorun ortadan kalkmışsa belirtiler zamanla kendiliğinden kaybolur. Bu rahatsızlığı olan kişiler telkine yatkın oldukları için bir takım halk doktorları veya tıp dışı yöntemlerle hemen iyileştiği söylenen rahatsızlıkların çoğunluğunu disosiyatif bozukluk oluşturur. Bu hastalar telkine yatkın olduklarından hipnoz veya diğer tıp dışı telkin yöntemlerine iyi cevap verip belirtileri aniden geçebilirse de bu çok kalıcı olmaz, bir süre sonra yaşadıkları sıkıntılarla tekrar belirtiler ortaya çıkar. Uzun yıllardır süren, olumsuz yaşam koşulları ve zor olayların süreklilik gösterdiği kişilerde tedaviye rağmen belirtiler devam edebilir.

Tedavi nasıl yapılır?

Fiziksel ve ruhsal olarak iyice incelenen ve nörolojik bir hastalık saptanmayan hastalarda psikiyatrik muayene ile disosiyatif bozukluk tanısı konulduktan sonra tedavi başlanır. Kişide beyinle ilişkili yapısal bir hastalık bulunmadığından tedavisi acil değildir ve psikiyatrik tedavilerinin de acil servis koşullarında yapılması olanaksızdır. Bu hastaların psikiyatri hekimine psikiyatrik muayeneye uygun oldukları zaman yani konuşarak kendilerini anlatabildikleri dönemde tedaviye getirilmeleri uygundur.

Aile ve yakın çevrenin bu kişilerle sadece disosiyatif belirtileri varken ilgilenmesi (yani sadece bayılınca, saçma sapan konuşunca, dili tutulunca vb) sorunun sürmesine yol açar. Bu nedenle ailenin bu kişiye uygun ve destekleyici bir yaklaşımı genel olarak göstermesi disosiyatif belirtileri varken özel bir tutum değişikliği göstermemesi yararlı olur.

Tedavide ailenin doktorla işbirliği içinde olmasının tedavinin başarısı açısından büyük önemi vardır. Bazı kişilerde ek bir başka ruhsal rahatsızlıklar olabilir o zaman bunun tedavisi yapılmalıdır. Üzücü veya sıkıntı verici bir olay sonrası bayılan ve bunun psikolojik kökenli bayılma olduğu doktorlar tarafından onaylanan kişiler aile ortamında bayıldığında onu sakin bir odaya alıp yalnız bırakmak hastaya daha iyi gelecektir. Bu tür hastalara soğan koklatma, soğuk duşa sokma, kolonya ile el ve yüzü ovulması, çevredeki herkesin başına toplanması gibi işlemler uygulamak yardımcı olmak yerine stresini daha da artırmaktan başka işe yaramaz. Kronik ve zor olgularda tedavide iki nokta üzerinde durulur birincisi hastada zorlanma yaratan sorunların çözümü ve ikinci olarak da sorunlar karşısında disosiyatif tepkisi yerine daha olgun tepkiler geliştirmenin sağlanması. Bu bazen yıllarca sürecek ve kişilikte kısmi değişikliği hedefleyen psikoterapilerle olanaklıdır.

Gençlerde ve çocuklarda dissosiyasyon

Dissosiyatif bozukluklara gençler arasında çok rastlanır. Çocuklarda da görülür. Çocuk yaşta tedavisi daha kolaydır. Özellikle öfke patlamaları, evde ya da arkadaşları arasında şiddet kullanma, bazı söz ya da davranışlarını hatırlamama ve bu nedenle yalan söylüyor gibi görünme, ders başarısında nedeni anlaşılamayan dalgalanmalar olması, kimi zaman keyfi yerinde görünürken zaman zaman öfkeli, üzgün ruh hallerine kapılma en sık görülen belirtiler arasındadır.

Cinsel konularda fütursuz davranma, uyuşturucu madde kullanma, intihar girişimi, kendi bedenine zarar verme gibi davranışlar olabilir. Özellikle tedavisiz kalan vakalarda bu gibi yönlere sapma daha fazla görülür. Evde dissosiyatif durumu olan bir çocuk ya da gencin varlığı anababa ve tüm aile için de çok zor bir durumdur, bir çokanababanın evliliği bu nedenle sarsılır.

Dissosiyatif bozukluk olan durumlarda hemen her zaman 10 yaş öncesinden başlayarak çocukluk çağında olumsuz yaşam deneyimlerine rastlanır. Bunlar kimi zaman sıklıkla dövülme, aşırı derecede eleştiriye uğramış olma, cinsel taciz, ya da ihmale uğramış olma gibi bariz travmatik olaylardır. Ancak vakaların bir çoğunda ilk bakışta bu tür olaylar görülmese de (‘Görünürde Normal Aile’ ) anababa tutumlarında dissosiyatif bozukluk yaratan kimi özelliklere rastlanır. Görünürde travmatik yaşantılar olmasa da model (‘cici’) çocuk olma yönünde aşırı baskı ya da aşırı derecede şımartma gibi etkenler de benzeri olumsuz sonuçlar yaratabilmektedir.

Çocuğun küçük olduğu yaşlarda anne baba arasında sık olarak aşırı tartışmalar cereyan etmesi, anne ya da babanın çocukla ilişkilerinde farketmeden çift (çelişkili) mesaj kullanmaları, aile içi gizli cepheleşme, aile içinde sahte uyum gibi ilk bakışta dikkati çekmeyen fakat yakından tanımakla anlaşılan travmatik etkenler bulunur.

Dissosiyatif Aile

Bazı ailelerde küçük ya da büyük sırlar olur. Ailede yaşanan kimi olaylar görmezden gelinir. Kimi aile bireyleri,özellikle anababalar bazı olaylardaki sorumluluklarını algılamak istemezler,çünkü bu suçluluk duygusu yaratır. Buna karşılık kişilerin bazı gerçekleri kendilerinden bile saklamaları bazan ailede bir kişiyi günah keçisi haline getirir, o bir çok duyguyu diğerleri adına da yaşar.

Bu nedenle, dissosiyatif ailelerde çoğu zaman bir kişi (bazan evdeki çocuk ya da genç) ruhsal sorunlar yaşarken diğerleri normal görünürler. Psikiyatristin görevi böyle durumlarda tüm aileyi ele alarak bir kişilik hasta konumunu taşımak zorunda kalan bireyi sağlıklı duruma çekmektir. Bu yaklaşım genellikle hem o bireye hem de ailenin bütününe yararlı olur. Özellikle çocuk ve gençlik psikiyatrisinde bu tür durumlara daha sıklıkla rastlanır.
Kişinin başından geçen olayların yarattığı stres onun dayanabilme gücünü aştığında ruhsal travma yaşantısı ortaya çıkar. Dolayısı ile aynı olay değişik kişilerde travma etkisi yapabilir ya da yapmayabilir. Psikiyatride tüm ruhsal bozukluklar travma ile ilgili olanlar ve olmayanlar biçiminde ikiye ayrılabilir. Bilinen ruhsal bozukluklar içersinde bazıları büyük oranda travma etkisi ile oluşanlar bulunduğu gibi, ağırlıklı olarak bünyesel (biyolojik-genetik) etkenlerle oluşan bozukluklarda da travmanın ikinci dereceden de olsa bir rolü bulunabilir.

Ruhsal travma doğal afet, trafik kazası, hastalık, ölüm gibi nedenlerle olabileceği gibi insanın insana yaptığı kötülük nedeniyle de oluşabilir. Çocuklukta olan ve uzun süre devam eden travmalar, özellikle ailelerin çocuk yetiştirmede yol açtığı olumsuzluklar erişkinlikte de izleri görülen kronik ruhsal bozukluklara yol açabilir. Erişkinlikte yaşanan travmalar ise daha sınırlı bir etki yaratırlar, ancak kişinin daha önceki yaşam öyküsüne bağlı olarak kronikleşen reaksiyonları da başlatabilirler.

Ruhsal travma kişinin ruhsal dünyasında iç çelişkilere, sık duygusal oynamalara, birbirine karşıt düşünce biçimleri arasında gidip gelmeye, travma ile ilgili konuları zihinden uzaklaştırma çabalarına, kimi zaman da olayla ilgili konuları aşırı derecede düşünmeye, bu gibi duygulardan uzak kalma çabası içersinde duygularını ve yaşamını aşırı kısıtlamaya ve daraltmaya da götürebilir.

Ruhsal dünyamızdaki iç uyum ve harmoninin kaybına genel olarak sağlıksız dissosiyasyon adını vermekteyiz. Dissosiyasyon sözcük olarak ayrılma, bölünme, kopma, çözülme gibi anlamlar taşır. Psikolojik açıdan ise kişinin zihninde yer alan duygu,düşünce, anı ve benzeri içerikleri geçici olarak kompartımanlaştırması, bir kenara koyması anlamına gelen bir mekanizmadır. Bu mekanizma aşırı ölçüde olduğunda kişinin ruhsal bütünlüğü tehdit altına girer.

Uzm Dr Zeynep Pınar
http://www.zeyneppinar.com